Friday, August 31, 2012

Duvar Yazılı Facebook Kapaklar 77





































Duvar Yazılı Facebook Kapaklar 77

Duvar Yazılı Facebook Kapaklar, Wall Written Covers Facebook

Wall Written Covers Facebook, Duvar, Yazılı, Facebook, Kapaklar


Quiksilver ayakkabı modelleri 2012




Adını pek sık duymadığımız fakat modelleriyle bizleri büyülemeyi başaran Quiksilver markası sunduğu ayakkabı modelleriyle hemen hepimizi mağazalarına yönlendirmeyi başarıyor. Bu paylaşımda Quiksilver ayakkabıları, Quiksilver ayakkabı modelleri, Quiksilver yeni sezon ayakkabı modelleri, 2012 Quiksilver ayakkabı modelleri ile ilgili ayrıntılı bilgiler ve güncel butik resimlerini sunuyor olacağız. En yeni tasarımlardan oluşan renkleri de markanın butikleri arasından özenle sizler için seçtik. Öncelikle Quiksilver ayakkabı modelleri arasında daha çok hangi tasarımlara yönelik modellerin olduğunu sizlere aktaralım. Markanın butiklerini incelediğimiz zaman, bay ve bayanlar tarafından ayrıcalıklı olan ve günlük giyimde tercih edilebilecek çok fazla modelin ön planda olduğunuz söyleyebiliriz. 2012 Quiksilver ayakkabı modelleri ve tasarımları yoğunlukla günlük giyimde ayağınızı rahat hissettirecek modellerle sizlere sunuluyor. Günlük giyimde de son derece hoş görünen modayı sizlere tasarımlarıyla yansıtıyor. Tasarımlarını inceldiğiniz zaman siz de göreceksiniz ki, yaz modası için en ideal renk ve modelleri ön butiklerinde paylaşmış. Quiksilver ayakkabı modelleri yoğunlukla renkli tasarımlar üzerine butiklerini oluşturmuş durumda. Yaz modasında bay ve bayanlar en daha çok şort veya bermuda tarzı modelleri tercih ediyorlar. Bu tür tasarımların altına uyum sağlayacak çok fazla renkli ayakkabının olduğunu söyleyebiliriz. Markanın modelleri, gerek etek, gerek şort gibi modellerin altına uyum sağlayacak tasarımları sunuyor. Quiksilver ayakkabıları arasından seçiminizi yaparken dolabınızda bulunan kombine ürünlerinize göre renk ve model seçimini yapın. Markanın butiklerini bir de siz inceleyin. Bakalım modelleri beğenecek misiniz? Beğendiğiniz modelleri markanın tasarımları arasında bulabilirsiniz. Yaz modası için en az birkaç modeli dolabınıza eklemeden geçmeyin.

Thursday, August 30, 2012

1208.5240 (S. R. Hassan et al.)




A stable Algebraic Spin Liquid in a Hubbard model    [PDF]

S. R. Hassan, P. V. Sriluckshmy, Sandeep K Goyal, R. Shankar, David Sénéchal




We show the existence of a stable Algebraic Spin Liquid (ASL) phase in a Hubbard model defined on a honeycomb lattice with spin-dependent hopping that breaks time-reversal symmetry. The effective spin model is the Kitaev model for large on-site repulsion. The gaplessness of the emergent Majorana fermions is protected by the time reversal (TR) invariance of this model. We prove that the effective spin model is TR invariant in the entire Mott phase thus ensuring the stability of the ASL. The model can be physically realized in cold atom systems and we propose experimental signals of the ASL.

View original: http://arxiv.org/abs/1208.5240

Tuesday, August 28, 2012

Meyveli Yoğurt Tarifi









Meyveli yoğurdu sevmeyenimiz yoktur.Şimdi sıra meyveli yoğurdu en güzel şekilde yapmaya geldi.Oyun MOUSE ile oynanıyor.Yukarıdan gösterilen malzeme sırasıyla meyveli yoğurdumuzu yapıyoruz.


































Monday, August 27, 2012

Zeytinyağlı Taze Fasulye Tarifi

Yarım kg taze fasulye1 adet orta boy soğan1-2 adet domates1 adet biber1 yemek kaşığı salça1 tatlı kaşığı kırmızı toz biberTuz1,5 çay kaşığı şekerYarım çay bardağı zeytinyağı




Fasulyelerin kılçığı ayıklanarak 4 cm uzunluğunda doğranır ve yıkanır. Domatesler soyularak minik küpler halinde doğranır. Biberler yemeklik doğranır. Zeytinyağında yemeklik doğranmış soğan ve biberler kavrulur. Üzerine salça, toz biber, tuz ve şeker eklenir. Karıştırılır. Ardından domatesler ve fasulyeler eklenir. 1,5 su bardağı su eklenerek bir kere karıştırılır ve kapağı kapatılır. Kaynayınca kısık ateşte yaklaşık 45 dk pişirilir. Fasulyenin cinsine göre pişirme süresi değişebilir. Ara sıra kontrol ediniz.



Kategoriler: Sizden Gelen Tarifler, Zeytinyağlı Tarifler Etiketler: domates, fasulye, salça, şeker, soğan, zeytinyağı

Sunday, August 26, 2012

Coleslaw Salatası Tarifi






































Hamaratlığım üzerimde bu aralar, bir hafta içerisinde sütlaç, tiramisu, sebzeli lazanya pişiren ben bugün de çok sevdiğim coleslaw salatasını denedim. Çok kolaymış ve nasıl lezzetli oldu, denemenizi isterim.

Bir sürü dikiş var paylaşacak ama dur bakalım :)

Malzemeler:

- ince ince doğranmış lahana (ufak bir baş lahana ediyor)

- 1 adet rendelenmiş kereviz

- 1 adet rendelenmiş havuç

- Çeyrek su bardağı ince doğranmış soğan

- Yarım su bardağı mayonez

- Yarım su bardağı süt

- 1 yemek kaşığı toz veya pudra şekeri

- Yarım çay kaşığı karabiber

- 1 çay kaşığı tuz

- 1 çay kaşığı hardal

- 1.5 yemek kaşığı sirke

Hepsini karıştırın tadına bakarak ilave yapabilirsiniz.

Afiyet olsun.

Saturday, August 25, 2012

Bulmaca Sözlüğü -F-

FAALİYET:  Aktivite, Etkinlik.

FACİR:  Kadınlara düşkün erkek.

FACİRE:  Erkeğe düşkün kadın.

FAÇA: Argoda giysi. 

FAÇA: Bir geminin yüklü su kesimi ile boş su kesimi arasında kalan bölümü.

FAÇETA: Elmasın tıraş edilmiş yüzlerinden her biri.

FADİK: Afyon yöresinde kadınlar tarafından oynanan bir halk oyunu.

FADO: Gitar eşliğinde seslendirilen Portekiz halk şarkısı. 

FADO: Portekiz halk şarkısı.

FAGOT: Perdeli bir üflemeli çalgı.

FAGOT: Tahtadan parçaları uç uca takılı,uzun bir boru biçiminde,perdeli bir üflemeli çalgı.

FAĞFURİ:  Çin işi tabak, Çin porseleni.

FAHUR: Çok övünen.

FAİKİYET: Üstünlük.

FAİL: Yapan,işleyen.

FAİL:  Yapan, Eden, İşleyen.

FAİZ:  Getiri, Nema, Riba, Güzeşte, Ürem.

FAK: Tuzak,kapan.

FAK:  Tuzak, Kapan, Aldangıç.

FAKFON: Bakır,nikel ve çinkodan oluşan gümüş görünüşünde bir alaşım. 

FAKİH: Fıkıh bilgini.

FAKİH: İslam hukuk bilgini.

FAKTAL: Matematikte,karmaşık geometrik şekillerin ortak adı. 

FAKTÖR:  Etken, Etmen, Amil, Nezir.

FAKUR:  Çok övünen.

FAL:  Bakı, Irım, Elima, Pabyans, Cefr.

FALAFEL: Nohutla yapılan bir yemek.

FALAKA:  Eskiden kullanılmış bir ceza ve dayak yöntemi.

FALANJ: Eski Yunanlılarda,özellikle Makedonya piyadelerinin çekirdeğini oluşturan mızraklı alay.

FALANJ: Kimi ülkelerde yarı asker siyasi kuruluşlara verilen ad.

FALANJ:  Kimi ülkelerde yan askeri siyasi örgüt.

FALİHAYIR:  İyiye yorulur, Hayra alamet.

FALYANOS: Balina.

FALYANOS: Yunus balığının iri bir türü.

FAMİLİSTERE:  Fourier sisteminde bir tür kooperatif adı.

FAMİLYA:  Fasile.

FANATİK:  Aşırı tutku ve coşkuyla bağlı kimse.

FANATİZM:  Aşın bağlılık.

FANFAR: Üflemeli bakır çalgılardan oluşan orkestra.

FANİ: İnsan gözünün algıladığı ışık şiddeti.

FANİ:  Gözün algıladığı ışık şiddeti.

FANTASTİK: Düşsel.

FANTASTİK: On sekizinci asırdan başlayarak Fransa’da gelişen bir edebi tür.

FANTASTİK:  Düşsel, Hayali.

FANTAZMA: Arap atlılarının bayramlarda yaptıkları gösteri. 

FANTAZYA: Arap atlılarının bayramlarda yaptıkları gösteri.

FANTEZİ:  Hayal ürünü

FANTİ: İskambilde vale,bacak,oğlan.

FANUS:  Gaz lâmbası muhafazalığı.

FANZİN: Yaygın medya kuruluşlarına giremeyen veya girmek istemeyenlerin çıkardığı dergilere verilen ad.

FARAD: Elektrik sıgası birimi. 

FARADİZASYON:   Yüksek gerilimli akımların tıpta kullanılması.

FARAZİ: San Marino’nun plaka.

FARAZİ: Sanal.

FARAZİ:  Mevhum, Sanal.

FARAZİYE: Varsayım.

FARBA: Farbala,fırfır.

FARBALA: Fırfır.

FARDE:  Küçük denk, Top.

FARE: Sıçangillerden küçük vücutlu, kemirgen, memeli hayvan

FAREKULAĞI: Yabani mercanköşk.

FARENJİT: Yutak yangısı.

FARIMAK: Güçsüz düşmek,yorulmak.

FARIMAK: Yaşlanmak.

FARIMAK:  İhtiyarlamak.

FARİG: Bir tür sıçan.

FARİĞOLMAK: Vazgeçmek.

FARİKA: Ayırmaç.

FARİKA:  Ayırıcı özellik, Ayırmaç.

FARİL: Balık ağlarının alt ve üst yanlarına geçirilen keçi kılından ip.

FARİL: Balık ağlarının alt ve üst yanlarına geçirilen keçi kılından yapılmış ip.

FARMAKOLOJİ: İlaç bilimi.

FARMASON: Mason.

FARS: Kaba bir komedi türü. 

FARZ: Yapılması zorunlu olan.

FARZ:  Yapılması zorunlu olan.

FASARYA: Boş,anlamsız söz.

FASILA:  Ara, Meyan, Orta.

FASİLE:  Familya.

FASİTDAİRE: Kısır döngü.

FASKA: Kundak çocuklarının beline zıbının üzerinden sarılan geniş sargı.

FASON: Terzinin belli bir ölçü ve örneğe göre kumaşa biçim vermesi işi,kesim.

FASONE: Çözgü ve atkının kumaş yüzeyi üzerinde kendiliğinden bir desen oluşturduğu her tür kumaşa verilen ad.

FASONE: Çözgü veya atkının kumaş yüzeyi üzerinde,kendiliğinden desen oluşturduğu her tür kumaş.

FAŞ:  Açığa vurma.

FATA:  Şarap yapımında kullanılan sakızlı ve dayanıklı madde.

FATALİST: Yargıcı.

FATALİTE: Uğursuzluk.

FATALİZM: Kadercilik.

FATİH:  Fetheden, Zapteden.

FAUNA: Belli bir bölgede yaşayan hayvanların tümü./ Yeryüzünde ekolojik olarak sınırlanabilir bir yaşam mekanında bulunan bütün canlıları ifade eder.(orman faunası,çayır ve deniz faunası gibi).

FAUNA: Bir bölgede yetişen hayvanların tümü.

FAUSTOZONARO: Osmanlı Devletinin son saray ressamı olan İtalyan ressam.

FAVELA: Brezilya’da büyük kentlerin çevresini saran gecekondulara verilen ad. 

FAY:  Yeryüzü çatlağı, Yarık, Eşik.

FAYDA:  Ası, Çıkar, Kazanç, Nafi, Semere, Yarar.

FAYDALI:  Nafi.

FAYRAP:  İstim kazanında istimi sağlayacak kadar ateşin oluşması.

FAZLA:  Zait.

FAZLASIYLA:  Gayet, Gayette.

FE: Demirin   simgesi.

FECAAT: Acıklılık.

FECİR: Tanyerinde güneş doğmadan önce beliren kızıllık.

FEDERALİZM:  Federasyon sistemi.

FEHİM: Zeki,anlayışlı,akıllı kimse.

FEK: Eski dilde bozma,.feshetme.

FEK:  Bozma, Koparma, Kesme, Feshetme.

FEKÜL: Patates gibi bazı bitkilerin yumrularında bulunan nişasta.

FELAH:  Anum.

FELÇ:  İnme, Nüzul, Sekte.

FELDMAREŞAL: Alman,Avusturya,İngiliz,Rus ve İsveç askeri hiyerarşisinde en yüksek rütbe.

FELEKİYE: Astronomi. 

FELEMENK: Bu günkü Hollanda,Belçika ve Kuzeydoğu  Fransa’ya eskiden verilen ad.

FELFELEK: Küçük bir kelebek türü

FELLAH: Eskiden Mısır köylülerine verilen ad. 

FELUKA: Daha çok Nil ırmağında kullanılan bir tür küçük gemi.

FEMİNİZM:  Kadın haklarını savunan dünya görüşü.

FEMUR: Uyluk kemiğinin bilimsel adı.

FEND:  Hile, Düzen.

FENER:  Kahveci tepsisi, Askı.

FENİKELİLER: Suriye kıyısında oturmuş Sami kökenli antik halk.

FENOMEN: Olay. 

FENOMENOLOJİ: Görüngü bilimi. 

FEODALİTE:  Ost.

FER:  Gözde canlılık.

FERAGAT:  Hakkından vazgeçmek.

FERAĞ:  Bir mülkü başkasına bırakma.

FERAHİ: Bolluk,genişlik.

FERAHİ: İkinci Mahmut devrinde feslerin tepesine püskülü tutturmak için takılan metal tepelik.

FERAHLIK:  İnşirah.

FERAİZ: Faizler. 

FERAK:  Başın tepe kısmı.

FERASET:  Anlayış, Sezgi, Zekâ.

FERASETLİ.: Anlayışlı.

FERAYİ: Ege Bölgesine özgü bir tür zeybek oyunu.

FERE:  Cevher için kazılan galeri.

FERETİKO: Doğu Karadeniz’de özellikle Rize yöresinde dokunan çamaşırlık ince bez.

FERETİKO: Rize yöresinde dokunan ince bez.

FERFORJE: Dekoratif demir işçiliği.

FERHAL:  Düz, Uzun saç.

FERİBOT: Araba vapuru.

FERİDUN: Yaşamına ilişkin bilgiler,Herodotos’a ve Firdevsi’nin Şehnamesine dayanan,İranlıların efsanevi hükümdarı. 

FERİDUN:  Göğün sekizinci katı.

FERİK: Gevrek bir elma türü.

FERİK: Piliç.

FERK:  Başın tepe kısmı.

FERMA: Av köpeğinin gizlendiği yerden avı gözetlemesi.

FERMA: Av köpeğinin gizlendiği yerden avı gözetlemesi.

FERMAN:  Yarlık, Yarlıg, Yerlıg, Biti, Menşur.

FERMANTASYON: Mayalanma. 

FERMANTASYON:  Mayalanma

FERMENE:  Uzun kış gecelerindeki eğlence.

FERMENT: Maya.

FERSAN: Derisinden kürk yapılan bir kır sansarı.

FERSUDE:  Yıpranmış, Çok eskimiş. Kağşak.

FERZ: Eski dilde satrançtaki vezir. 

FES: Kırmızı çuhadan yapılan,tepesinde püskülü olan bir tür başlık.

FESAHAT: Anlatışta düzgünlük.

FESEK: Altı aylığa kadar körpe yaban domuzu.

FESHETME:  Bozma, Fek, İptal, Tecil.

FETHA:  Aralık, Ağız.

FETİŞ:  Put, Sanem, Büt, Salip, Çelipa./ Uğurlu sayılan şey.

FETRET: İki olay arasındaki süre.

FETRET: İki peygamber veya padişah arasında peygambersiz veya padişahsız geçen süre.

FETTAN: Cilveli. 

FEVERAN: Fışkırma.

FEVERAN:  Aniden kızarak bağırıp ça ğırma.

FEVKALBEŞER: İnsanüstü.

FEVKALBEŞER:  İnsanüstü, Nitelikli.

FEYYAZ: Bol,verimli,gür.

FEYYAZ:  Çok verimli.

FIÇI: Karnı şiş,altı düz su kabı.

FIRIN:  Saur.

FIRSAT:  Elverişli durum, Vesile, Oğur, Pund.

FISILDAYICI:  Suflör.

FISK:  Günah işleme.

FISTIK:  Piste.

FIŞKIRTICI:  Ejektör.

FITIK:  Kavliç.

Fİ: Çok eski bir tarihi anlatır.

Fİ:  Çok eski bir tarihi anlatırken kullanılan sözcük

FİBER: Sıkıştırılmış bitki tellerinden yapılan mukavva yada tahta. 

FİBER:  Bitki liflerinden yapılan mukavva veya tahta.

FİBRİLASYON: " Kâğıt sanayiinde ""Saçaklaşma"". "

FİBRİNOLİTİK:  Kan pıhtılarını eritebilecek her tür maddeye verilen genel ad.

FİBULA:  Çengelli iğne.

FİDAYDA: Ankara ve yöresine özgü iki kişiyle oynanan ağır ritimli bir halk oyunu.

FİEF: Derebeylik düzeninde bir vasala  senyörce verilen  toprak veya mal.

FİGÜR:  Beti.

FİGÜRATİF:  Metili.

FİĞ: Baklagillerden,hayvan yemi olarak yetiştirilen bir bitki.

FİHRİST: Katalog.

FİHRİST:  Dizin, Katalog.

FİİL:  Edim, İcra.

FİİLLER:  Efal.

FİJ: Uluslar arası Gazeteciler Federasyonu’nun kısaltması.

FİKİR:  İde, Saded, Düşünce, Mülâhaza.

FİLANTROP: İnsan sever.

FİLARİZ: Keten dövmeye yarayan tokmak.

FİLATELİ:  Pul bilimi, Pulculuk.

FİLENK: Ağır cisimleri bir yerden başka bir yere kaydırmak ve özellikle deniz teknelerini karaya çekmek için bunların altına sürülen yuvarlak ağaç.Çekek tahtaları,felek.

FİLET: Derinliği aynı olan sığ su alanı. 

FİLETO: Kasaplık hayvanların sırtında,dikensi çıkıntı boyunca iki yandaki et.

FİLETO: Tavuk,balık,dana ve kuzu etlerinin kemiklerinin çıkartılarak dilimlere ayrılması.

FİLETO:   Eti  yenen  hayvanların  sırt bölümünün her iki yanı.

FİLHAKİKA: Gerçekten,doğrusu.

FİLHAKİKA: " ""Gerçekten, Hakikaten"" anlamında belirteç"

FİLİGRAN: Bazı kağıtların dokusunda bulunan ve ancak aydınlığa tutulunca görülen çizgi,resim ve yazı gibi biçimler.

FİLİGRAN: Kimi kağıtların dokusunda bulunan ve ancak ışığa tutulunca görülen çizgi,resim veya yazı.

FİLİNT:  Kırma gücü ve ışığı dağıtması yüksek kurşunlu cam.

FİLİNTA: Namlusu kısa,kurşun atan bir çeşit küçük tüfek.

FİLİZE:  Ciğer parçası.

FİLİZİ: Asma filizinin rengi,açık yeşil renk.

FİLOGENEZ: Soyoluş.

FİLOKSİRA: Asma biti.

FİLUM: Canlıların bölümlenmesinde dalların bir araya gelmesiyle oluşan birlik. 

FİLUM:  Canlıların bölünmesinde dalların biraraya gelmesiyle oluşan birlik.

FİNA:  Avlu.

FİNGİRDEK:  Aşın oynak ve cilveli kadın.

FİNİK:  Çürüyüp içi boşalmış ağaç.

FİNN: Tek kişilik ve yelkenli yarış teknesi.

FİNN: Tek tip,küçük,tek kişilik ve yelkenli yarış teknesi.

FİRAR:  Kaçma, Kurtulma, Fertik.

FİRE: Azalma.

FİRE:  Kuruma ya da dökülme yoluyla azalma.

FİREZ: Yeni çıkmaya başlamış ekin.

FİREZ:  Biçim işleminden sonra toprakta kalan köklü saplar.

FİRİK: Çerez olarak yenen tahıl kavurgası.

FİRİK:  Olgunlaşmak Üzere olan tahıl.

FİRKAT: Ayrılış,ayrılık.

FİRKATEYN: Eskiden kullanılan üç direkli,bir tür yelkenli savaş gemisi.

FİRKETE: Saç tutturacağı. 

FİRUZE: Küpe ve yüzük taşı gibi bezek işlerinde kullanılan,mavi renkli,saydam olmayan hidratlı doğal alüminyum ve fosfattan oluşan değerli bir mineral.

FİRUZE: Mavi renkli değerli bir taş. 

FİSKE: Tutam.

FİSKE:  İki parmak ucuyla tutulan miktar, Çitmik, Tutam.

FİSTO: Elde veya makinede işlenmiş süslü şerit.

FİSTO: Süsleri olan kumaş.

FİŞE:  Anahtar aksamında bir parça.

FİT:  Ödeşme, Razı olma.

FİTAM:  Sütten kesilmek.

FİTİL: Bir iskambil oyunu.

FİTİL: Koltuk ve sandalye gibi eşyaların dikiş ve çivilerini gizlemekte kullanılan şerit.

FİTNAT: Zihin açıklığı.

FİTOPATOLOJİ: Bitki hastalıklarını inceleyen bilim dalı.

FİTOTERAPİ: Bitkilerden elde edilen ilaçlarla hastalıkların tedavisi.

FİTOTERAPİ:  Doğa bitkilerini kullanarak yapılan tedavi yöntemi.

FİYAKA:  Afi, Caka, Çalım.

FİYAPA: Ayakkabının altını kalınlaştırmak için yerleştirilen parça.

FİYAT:  Eder, Paha, Semen, Tutar, Meblâğ.

FİYORT: Norveç,İskoçya ve Kuzey Amerika kıyılarında buzulların oluşturdukları dik yamaçlı,derin eski buzul koyaklarının aşağı kesimlerinin deniz altında kalmasıyla oluşan körfez.

FİZİBİLİTE: Uygulanabilirlik.Yapılabilirlik.

FİZİBİLİTE: Yapılabilirlik.

FİZİBİLİTE:  Yapılabilirlik.

FİZİKİ: Fiziksel

FİZYOLOJİ: Canlıların hücre,doku ve organlarının görevlerini ve bu görevlerin nasıl yerine geldiklerini inceleyen bilim dalı.

FİZYON: Nükleer bölünme. 

FL: Lihtenştayn plakası.

FLAMA: İşaret olarak kullanılan küçük bayrak.

FLAMBE: Aleve tutularak pişirilmiş.

FLAŞA: Habeş Yahudi’si.

FLAŞA:  Habeş yahudisi.

FLATÖR:  İpek kozasının dışından alınan en kaliteli ipek.

FLEBİT.: Toplardamarlarda iç zar iltihabı.

FLOE:  Buz kütlesi.

FLOEM: Soymuk doku,soymuk borusu.

FLOK: Geminin cıvadrasına çekilen üçgen yelken.

FLORA: Bir bölgede yetişen bitkilerin hepsi,bitki örtüsü.

FLORİN: Hollanda’nın para birimi.

FLOŞ: Pokerde aynı renkten oluşan ama sıra izlemeyen beş karta verilen ad.

FLÖRT:  Korte, Aşıkdaşlık.

FLU: Bulanık,net olmayan.

FLU:  Bulanık, Net olmayan, Mat.

FLURCUN: Kocabaş./ İspinoza benzer bir kuş. 

FLURYA: Yelve. 

FLÜT: Yan tutularak çalınan,orkestrada yer alan bir üflemeli çalgı.

FO: Buddha’nın Çin’deki adı.

FO: Çin’de Buda’ya verilen ad.

FOA: Üç direkli yelkenlilerde mizana direğinin en altta bulunan sereni. 

FOB: Gemide teslim satış.

FODLA: Çoğunlukla imaretlerde yoksullara verilen kepekli undan yapılmış pideye benzer bir tür ekmek.

FODLA:  Bir nişasta türü.

FODUL: Üstünlük taslayan.

FODUL:  Üstünlük taslayan.

FOL: Tavuğun istenilen yere yumurtlamasını sağlamak için kullanılan beyaz taş.

FOLE:  Kum saati.

FOLKLOR: Halk bilgisi.

FOMA: Maksim Gorki’nin bir romanı. 

FON:  Belli bir işe ayrılmış belli ölçüde para, Ödenek.

FONDÖTEN: Kadınların,cildi pürüzsüz göstermesi,renk vermesi için yüzlerine sürdükleri yarı sıvı,yarı boyalı krem.

FONT: Pik.

FONT:  Dökme demir.

FORCADO:  Matador'un dövüşünden sonra etkisiz haldeki boğayla ilgilenen görevli.

FORM:  Tarz, Usül, Biçim.

FORMA: Tek kağıt tabaka üzerine basılan 16 sayfalık kırılmış kitap parçası.

FOROZ: Ağın her suya atılışıyla bir defada yakalanan balık.

FORS: Söz geçirirlik,saygınlık.

FORSMAJÖR:  Zorunlu sebeb.

FORUM: Eski Romalılar zamanında,Roma’da ve diğer şehirlerde kamu işlerini konuşmak için halkın toplandığı alan.

FOS:  Çürük, Temelsiz, Uyduruk.

FOSİL:  Taşıl.

FOŞA: Bir fındık çeşidi.

FOTA:  Şarap fıçısı.

FOTİN: Koncu ayak bileğini örtecek kadar uzun olan,bağcıklı yada yan tarafı lastikli ayakkabı.

FOTOJEN:  Işık çıkaran.

FOTOKİNEZİ: Bazı hayvanları karanlıkta ışık,çok aydınlıkta karanlık aramaya iteleyen dürtü.

FOYA: Parıltısını artırmak için elmas taşlarının altlarına konan ince metal yaprak.

FÖTR: Yumuşak keçe.

FR: Fransa’nın plakası.

FRAGMAN: Tanıtma filmi.

FRAK: Resmi törenlerde giyilen uzun etekli,eteğinin arkası beline kadar yırtmaçlı,siyah,resmi erkek ceketi.

FRANCALA: Has ekmek. 

FRANCALA: İyi nitelikli undan yapılan ince uzun ekmek.

FRAPAN: Göz alıcı,göze çarpıcı. 

FRAPAN:  Alımlı, Göze çarpıcı, Cazip.

FRAPE: Dondurulmuş yada buzlu olarak hazırlanan içecek.

FRENK: Osmanlıların Avrupalılara,özellikle de Fransızlara verdikleri ad.

FRENKİNCİRİ: Kaktüsgillerden,yaprakları etli ve yayvan dikenli bir bitki ve bu bitkinin kalın,dikenli kabuğu olan tatlı yemişi.

FREZE: Tornacılıkta,bir deliğin ağzını genişletmeye yarayan çelik alet.

FRİDAKAHLO: Ünlü Meksikalı ressam.( 1907-1954  yılları  arasında  yaşamış, ilkel   görünümlü,keskin  hatlı ve  parlak  renkli  kendi  portreleriyle  tanınmış, yaşam  öyküsü  sinemaya da aktarılmıştır).

FRİGA: İste kurutulmuş ringa balığı.

FRİGO:  Dondurulmuş krema.

FRİGORİFİK: Soğutma özelliği olan,soğutucu.

FRİJİDE:  Cinsel soğukluk.

FRİJİDİTE:  Cinsel soğukluk.

FRİKİK: Serbest vuruş.

FRİSA: Kurutulmuş riga balığı.

FRİSA: Tütünleme suretiyle kurutulmuş ringa balığı.

FRİT:  Ham cam maddesi.

FROG: Ağız ve dil hareketlerinden yararlanarak,soluk borusuna arka arkaya küçük miktarda hava göndermek için başvurulan soluk alma.

FRÜKTOZ:  Meyve şekeri, Levüloz.

FTİZİ: Tıp dilinde akciğer veremine verilen ad.

FUAYE: Bir binadaki toplantı veya gösterinin yapıldığı yer,/ Tiyatroda dinlenme yeri.

FUJER: Eğrelti otu,aşk merdiveni.

FUL: Güzel kokulu beyaz çiçekler açan ağaççık.

FUL: Küçük taneli bakla türü.

FUL:  Bütün, Tam, Eksiksiz, Kül.

FULE: Adım aralığı. 

FULE:  Adım aralığı.

FULMAR: Martıya benzer bir deniz kuşu.

FUNDAMENTALİZM: Kökten dincilik. 

FURGON: Ek vagon.

FURGON:  Trenlere eklenen vagon.

FUŞYA: Canlı,parlak ve koyu pembe renk.

FUTA: Bir tür filika.

FUTA: Dar,uzun ve hafif bir yarış kayığı,kik.

FUTA: İpekli peştamal.

FUTA: Karadeniz yöresinde kadınların kullandığı iki renk üzerine çubuklu pamuklu peştamal.

FUTBOL: Ayak topu. 

FÜG: Çok sesli müzikte bir beste.

FÜME: Duman rengi. 

FÜME: Dumanda kurutulmuş et,balık veya peynir.

FÜRU:  Bir atadan gelen çocuk ve torunlar. / İkinci derecede olan, Tali.

FÜTÜRİZM: Gelecekçilik.

FÜZEN: Kömür kalem.

FÜZEN: Kömür kalemle yapılmış resim.

FÜZEN: Resim çizmekte kullanılan,taflan çubuklarından yapılan kalem.

FÜZEN:  Taftan çubuğundan kömür kalem.

FÜZYON: Nükleer birleşme.

FÜZYON:  Birleşme, Kaynaşma.

GABARİ: Bazı eşyaya verilmesi gereken boyutları,yan görüşü çizmeye,hazırlamaya yada denetlemeye yarayan örnek.

Friday, August 24, 2012

Tefal Teflon Tencere Seti Modelleri

Tefal Tencere Tava Seti: Teflon tencere çelik tencere modelleri Tefal'de. Çeyizlik teflon tavalar çeyizlik tencere setleri burada. Tefal'de en kaliteli teflon tencere setleri mutfaklarınızda yemek pişirirken verdigi lezzet harkulade. Çok şık kapaklı teflon tencere setleri çelik tencere modelleri Tefalde lüxs olan çeşitlerinin arasına katıldı. Bir çok parça olan tencere setlerinde teflon güveç teflon tava ve bir çok herşeyi TEFAL karşılıyor. Teflon modellerinde Alüminyum olan modelleri saplı ve rengarenk kapaklarıyla ve desenleriyle dikkat çekiyor. Tefal magazalarında şıklıgını sürdüren mutfagımız için tava setleri ve bir çok tencereler sofralarımızı renklendiriyor. Çeyizlik seçerken ilk önce Tefale ugramanız gerekli. Tefalde en uygun modelleriyle gelen bu 2012 de her zaman oldugu gibi yemeklerinde tadını verebilen tat damagına eşlik ediyor. Bir çok tencerelerde yemek yaptıgınızda veya teflon modellerinde kızartma yaptıgınızda yagı içine çeken yiyeceklerde size yardımcı olan ve yagı dışa süzen Tefal Tencere Tava Modelleri. Bir magazaya gittiginizde tefalin o eşsiz güzel modellerini ister çeyizinize saklayın ister evinizde kullanmaya başlayın. Ama ilk aldıgınızda bir kere ön yıkamanız gerekecek. Teflon modelleri çok hassasdır. Çizilmelere karşı yıkamanızda sert süngerler ve çelik kaşık çatal kullanmayanız,yoksa hemen çizilebilir.



Mümkün oldugu kadar tahta kaşıkla yemeginizi yapın derim. Uzun süreli kullanacabileceginiz paslanmaz TEFAL TENCERE SETİ MODELLERİ. Her eve lazım Tefal teflon tava modelleri tencere modelleri en güzel modelleriyle gözlere hitap etmesini başarıyor.



Teflon tencere modellerini ilk kullandıgınız zaman ise çok fazla ateşte kalmasına izin vermeyin. Çünkü teflon modelleri çok hassas. Özel kullanım için dikkatli olun. Teflon tava tencere modelleri.



Rengarenk teflon tencere modelleri çok şık popüler kuplarıyla ayrıca dikkat çekdigini sizlere de anımsatalım dedik. Siz buna degersiniz. Tefal Tencere Modelleri 2012. Tava Setleri.



Eger yemek yaparken yada kızartma isterse canınız tefalin teflon modellerini kullanın derim. Lezzetli yemeklere sizlerde sahip olun. Birbirinden güzel yemeklerin lezzetini sunan tencere tava setleri.



Misafiriniz geldiginizde ve ailenize güzel bir yemek sunmak için hazırlamış oldugunuz sofrada onlarında tadı damagında kalabilir. Mümkün oldugu kadar tefal tencere tava modelleriyle yemeklerinizi inceleyin.



Yemeklerinizi yaparken çok ateşde degilde orta ateşde pişirmeye özen gösterin. Paslanmas,matlaşmaz Tefal tencere modelleri. Tefalın tencere tava seti modelleri leke tutmayan şahane kalitede mutfak çeyizlik tava modelleri. TEFAL ÇELİK TAVA MODELLERİ.



Tefal'de çagreler tükenmez. Ev mutfak ürünlerinde tencere tava setleri kaygan modern olan 2012 tencere çeyizlik setleri bayanların en ihtiyaç duydugu çelik tencere teflon tencere tava çeşitleri 2012.



Tefal tencere modelleri setleriyle takım parçalara bölünmüş,çok güzel durmakta. Tefal teflon modelleri tencere modelleri. Çeşitleriyle uzun süredir kullanabileceginiz çelik teflon modelleri.



Tefal evinizin herşeyi olan mutfak araç gereç modellerinin arasına katılım yapan şık ve kullanışlı 2012 tencere tava setleri modelleri. Tefal teflon tencere modelleri çelik tencere seti modelleri.



Siyahtan şaşmayan dekoru ve dizaynı en iyi şekilde tasarlanan yiyeceklerin tadını verebilen şahane ev çeyizi teflon seti ve teflon modası modelleri. 2012 Modern tencere çeşitleri.



Teflon tencere tava setleri mucizeler eşliginde sizlere pırıl pırıl güzel tencereler kazandırıyor. Kullanışlıgı saglam çelik tencereler bu sezon daha tasarımları ilgi çekmekte.



Bayanlarımızın mutfak lazım olanlar listesinde çanak çömlegi geç tencere tavalara hasret kalıyor. Yemekleri en güzen pişirebilen lezzeti kıvamına getirebilen TEFAL TENCERE SETİ MODELLERİ 2012.





Tefalde kampanyalar devam ediyor. Birbirinden şık ve güzel tefalın tencere setleri tefal magazalarında ziyaret ederek bilgi edinebilirsiniz. Herşeyin en iyisini sizlere vermek adına yaptıgı işin başarılarını verme adına sizlere tasarımlarını sunmaktalar.



Muzlu Krep Tarifi

Muzlu Krep nasıl yapılır ?




Muzlu Krep Mutfak: Türk Mutfağı.






Muzlu Krep Yapım Zorluğu: Zor






Muzlu Krep Gerekli Malzemeler;






1 tatlı kaşığı toz şeker






2.5 su bardağı süt






1 tutam tuz






100 gr bal






5 yumurta






200 gr un






sıvı yağ






Muzlu Krep Tarifi;






Yumurtaları, şekeri, unu, tuzu, 2 tatlı kaşığı sıvı yağı sütle karıştırın.






Yapışmaz bır tavayı ısıtıp içıne bıraz sıvı yağ dökün. Yağı tavanın her yerine eşit yayın ve






fazlalığını alın. Hazırladığınız krep hamurundan ince bir hamur yapacak kadar alarak teflon tavaya dökün. Sallayarak her yere eşit oranda dağılmasını sağlayın. İki tarafını da aynı şekilde kızartıp, tavadan alın. Gerektikçe tavayı yağlayarak bütün krepleri kızartın. İçlerine bal döküp. dilim dilim kestiğiniz muzları balın üzerine yerleştirin. Rulo yapıp, dilimleyerek servis yapın.






 

Thursday, August 23, 2012

Naz* Çandarlı'da.. :)


Dun ogleye dogru , aksama gerceklesecek olan Candarli gezimizin 


1 saat sonra yola cikmak uzere baslayacagini ogrenince apar topar hazirlanip ciktim evden..


Daha once gitmemistim ama sevimli bir yer oldugunu duymustum.


Makinami kontrol ettim,sarji var..


Tamam ozaman baska bir seye gerek yok : haziriz ! ;)










Girise kapaliydi kale. Coktandir boyleymis gerci..


Dar ve arnavut kaldirimli sokaklara oldum olasi bayilmisimdir..


Gordum ya kacirmam cekerim hemen fotosunu :)




















Once bi yol yorgunuyuz carsi icinde koftecide karnimizi doyurduk.


Ardindan , sahilin basinda bi caybahcesi vardi..denize karsi oooh pufur pufur


esmesiyle meshurmus..Hadi dedim birer demli cay icelim ozaman!..










(Tavla oynadik..yenildim kabul ama valla zar gelmedi ya!..Yenilenler hep boyle derdi de 


dalga gecerdim dogruymus arkadas : gelmeyince gelmiyor iste :))










Aksama dogru daha bir canlandi ortalik..Gunes batti,cafelerden


gelen muzik sesi duyulur oldu..Oglenki emekli havasi ortadan kalkti; yerini


yasi kac olursa olsun genc olanlar kapti.. Buzlu badem satan amcayi gorunce hemen doldur diyorum poseti :)


(Bazen evde de kendime film izlerken hazirlarim..hummm hum )






Ustumuzu degistiriyoruz, bir soluklaniyoruz..Baktik hava iyice karariyor


atiyoruz kendimizi tekrar sahile..Zaten hepi topu bukadarmis Candarli iste. Cabuk acikirim ben..


Ogun aralarini fazla uzatmaya gerek yok diyorum,meshur Kumrucu Serif'e gidiyoruz. Istiyorum bir karisik!


Ohhh bayildim valla .. Ekmegi de malzemesi de harikaymis!










Buarada bu jean aslinda yirtik degildi. 






Gecen gun kullanilmayanlar odasinda ufak capta bi kiyafet


operasyonu yaptim yine..


(Hala kiyamadiklarim oluyor ama,arada kiyayafet temizligi yapiyorum :


 dolapta kullanmadiklarim once arka odaya gidiyor..Bir baska gun son asama olarak: 


ya saklamiyorum veriyorum ya da kullanilir hale getiriyorum.) 






Bu jean arada kaynamis.. Yillardir 'ya dursun o ben giyerim,yok yok onun gideri var,aslinda o guzel de..'


diye diye saklamisim :) Aldim elime bicagi (evet makas degil cunku onunla yapinca iplik iplik olmuyor ve asiri duzgun duruyor..Benim istedigim daha cool bi tarz..Bicakla istedigim sonucu aliyorum) 


ara mesafelerini giyerek ayarladim ve 'yirtik jean' elde ettim ;)










Canli muzik yapan 2 yer vardi. Yazlari orada bulunan arkadaslarla bulustuk.


Bizi Trio Bar'a goturduler. 


Cok iyi geldi..Deniz dibimizde..ruzgarin sesi muzikle bir olmus


ayartmaya calisirken bizi,elimizde ickilerimiz son bayram gununun tadini cikartiyoruz.. :)













Sabah errrrkenden kalkip yuzecegim.Aklima koydum birkere!


Buz gibi , yapma etme, yuzemezsin bu saatte..dediler,dinlemedim!


Atladim suya soyyyle bi gidip geldim. Tamam abartmaya da gerek yok girdik yuzduk iste diyip 


yattim kuma :) (hava atarken hastalanmayalim sonra :)






Flip Flopslarim acayip rahat cikti. Eskiden turuncuyu tercih etmezdim pek..


Ama Ed@ Pastel'in yeni kokulu ojelerinden bahsedince -buradan okuyabilirsiniz:


http://e-nsisters.blogspot.com/2012/08/pastel-kokulu-oje-havada-yaz-kokusu-var.html


terligime de uysun diye 


hemen aldim portakallisini :) Coook kalici ve guzel..Tavsiye ediyorum..










Eee sonra ne oldu peki? Eh is basi yapacak arkadaslar olunca mecbur eve donmek zorunda kaldik :)


Donuste Eski Foca'ya ugradik ama bugunluk bukadar..


Yarin yazacagim onu da ;)




Canta / Bag : Nine  West

Flip Flops : Hotic

Etek / Skirt : Koton

Ust/ Tee : Zara

Hadi iyi bakin kendinize..


Naz*

Wednesday, August 22, 2012

HAMAMİZADE İSMAİL DEDE EFENDİ

 




HAMAMİZADE İSMAİL DEDE EFENDİ


























Türk Sanat Musikisi çevrelerinde Derviş İsmail, Dede, Dede Efendi, Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi, İsmail Dede gibi isimlerleanılan bu dahi musikişinasımız, 9 Ocak 1778 ( 10 Zilhicce 1191 ) tarihinde İstanbul'un Şehzadebaşı semtinde doğdu. Babası Süleyman Ağa, o zamanlar bir Osmanlı imparatorluğu ili olan Manastır'ın Görice sancağına bağlı, Kesriye kasabasından kalkarak İstanbul'a gelmiş ve memuriyete girişmişti






Süleyman Ağa, Suriye eyaleti sınırları içinde bulunan Sayda valisi Cezzar Ahmed Paşa'nın bir süre sır katipliğini yaptı. Paşa'nın halka yaptığı haksız muamelelere ve zulmüne dayanamayarak istifa etti ve İstanbul'a döndü. Şehzadebaşı'nda bulunan ''Acemoğlu'' hamamını satın alarak işletmeye başladı. Bu sıralarda Rukiye Hanım'la evlendi; bir Kurban Bayramı günü Dede Efendi doğdu. Bu nedenle çocuğa İsmail adı verilmiştir .''Hamamizade'' sıfatı buradan kaynaklanır .Ismail Dede dört yaşında iken babası bu hamamı sattı Altımermer'de Kurusebil mahallesinde Çavuş Hamamı ile bir ev aldı. İlerinin büyük musikişinası, sekiz yaşında iken bu mahallede, ''Çamaşırcı Mektebi''nde ilk öğrenimine başladı. 

Daha o yıl Musikiye karşı ilgisi ve sesinin güzelliği dikkati çekerek okul öğrencileri arasında ''İlahicibaşı'' oldu. O yörede oturan Anadolu Kesedarı Uncu-zade Mehmed Emin Efendi'nin oğlu da aynı yıl bu okula başlamıştı. Bu nedenle Mehmed Emin Efendi çocukla ilgilenmeye, ilahiler bestelemiş bir musikişinas olarak ona ders vermeye başladı. Böylece aradan yedi yıl geçti; Dede Efendi on dört yaşına basmıştı. 

Hocası onun geleceği ile de ilgilendi; ailesinin geçimine yardımcı olur düşüncesi ile onu Maliye Nezareti Başmuhasebe Kalemi'ne ''Katip Muavini'' olarak yerleştirdi. Bir yandan memuriyete ve hocasının derslerine bir yandan da musikiye karşı olan ilgisi kendisini, pazartesi ve perşembe günleri Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Ali Nutki Dede'nin derslerini izlemeye itiyordu. Burada ayin dinliyor, bilgisini ilerletiyor, sanat yolun da ilerlemeye çabalıyordu .Bu dersler ve memuriyet hayatı da yedi yıl sürdü .Sonunda 18 Mayıs 1797 ( 18 Zilhicce 1212) Perşembe günü resmen ''Mevlevi'' oldu. Sema meşkini ise 1798 (15 Sefer 1213) tarihinde tamamladı. Sultan III. Selim'in Dede'yi saraya çağırması ve fasıllara katılmasını emretmesi üzerine, Ali Nutki Dede'nin izniyle, 1001 günlük ''Çile'' süresini tamamlamadan 1799 (20 Şevval1213) tarihinde ''Dedeler safına'' katıldı.




Dede Efendi, ününü daha ''Çile'' de iken duyurmaya başlamıştı. Bu sıralarda bestelemiş olduğu,

Zülfündedir benim baht-ı siyahım

Sende kaldı gece, gündüz nigahım

İncitirmiş seni meğer ki ahım 

Seni sevdim odur benim günahım 

güfteli, buselik şarkısı, çağının musiki sevenleri tarafından çok beğenildi. Bu eseri dinlemek, öğrenmek, bestekarı olan Derviş İsmail'i tanımak için tekkeye gelenlerin sayısı gün geçtikçe artıyordu. Olayın akisleri 3. Selim'in kulağına ulaşınca, mevlevihaneye bir saray görevlisi gönderilerek Derviş İsmail'in saraya gelmesi emredildi. Çileye giren dervişlerin akşam ezanından sonra tekke dışında kalmaları adet olmadığından, bu şartlar altında gidebilmesi için şeyhi izin verdi ve bu durumun padişaha duyurulmasını gelenlerden rica etti. Padişahın huzurunda ve onun isteği ile eserini iki kez okudu; çok beğenilerek bir kese altınla ''taltif'' edildi.

Dede Efendi'nin evi

Daha önceleri, çileye ilk girdiği zamanlarda babasının ölümü üzerine hamamı satan Dede'nin, bu parayı harcadığı, annesinin dervişlere yedirdi diye üzüldüğü ve şikayet ettiği söylenir. Rauf Yekta Bey'in Nuri Şeyda Bey'den naklen verdiği bilgiye göre, saraydan bir kese altını alan Dede, annesine uğrayarak altınları vermiş, üzüntüsünün yersiz olduğunu söyledikten sonra akşam vakdi yaklaştığı için acele ile tekkeye dönmüş. Saray'a ilk gelişinin 1793 tarihine rastladığını ileri sürenler vardır.

Dedeler arasına katıldıktan sonra kendine ayrılan hücre ye yerleşti; artık ünü bütün İstanbul'a yayılmıştı. ''Mukabele'' günleri hücresi, sanattan anlayanlar ve musiki heveskarları ile dolup taşıyordu. Hele hicaz makamından bestelemiş olduğu,

Ey çeşm-i ahu hicr ile tenhalara saldın beni 

Çün nafe bağrım hun edüb sevdalara saldın beni

Ey kamet-i serv-i semen salınmada ellerle sen 

Haşrolamam dedikçe ben ferdalara saldın beni 

güfteli bestesinden sonra ünü büsbütün arttı. Herkes bu eseri öğrenmek, her ne şekilde olursa olsun elde etmek istiyordu. Saray musikişinasları eseri öğrenerek, 111. Selim'e sundular. Dede yeniden saraya çağrılarak, beste kendisinden dinlendi, ''ihsan ve ;İltifatlara garkoldu'' aynı zamanda yapılan Küme Fasılları'na katılması emredildi. Bundan sonra saraya dahil olan Dede Efendi, Enderun'da hocalık yapmaya başladı. Padişahın bu kıymet bilirliliğine karşılık olmak üzere,

Müştak-ı cemalin gece, gündüz dil-i şeyda

Etdi nigeh-i atıfetin bendeni ihya

Mesrûr ede Hak kalb-i humayununu daim

Ediyye-i hayrın dil-ü canımda hüveyda

şiirine sûznak besteyi yapmış bu sanatkar padişaha teşekkür etmişti. Bu sıralarda, 180 1 yılında bir saraylı hanımla evlendi. Akbıyık mahallesinde kiraladığı bir eve yerleşti. Bir yandan evinde öğrencileri ile uğraşıyor , mevlevihanedeki görevini sürdürüyor , bir yandan da padişahın her gün biraz daha dikkatini çekiyordu. Bu mutlu günler uzun sürmedi; Dede'yi derinden yaralayan bir çok üzücü olay birbirini izledi. önce, büyük sevgi ve saygı ile bağlı olduğu şeyhi Ali Nutki Dede 1804 yılında öldü. Bundan bir yıl sonra sevgili oğlu Salih, 1805'de öbür aleme göç etti. 

Bir gonca-femin yâresi var ciğerimde

Ateş dökülürse yeridir âh serimde

Her Iâhza hayali duruyor didelerimde

Takdire nedir çâre bu varmış kaderimde

güfteli, bayati makamındaki bestesini bu olaydan sonra besteledi. Üzüntü ve kederi bununla da bitmedi; 1808'de annesini, 1810'da küçük oğlu altı yaşındaki Mustafa'yı yitirdi. Bu acılı yıllarda ortaya koyduğu eserler bir keder ve elemin izlerini taşır. Sonradan üç kız çocuğu dünyaya geldi. Bunlardan Tanburi Şirin (Keçi) Arif Ağa ile evlenen büyük kızı Hatice Hanım'dan Ferdane, Rifat (ünlü bestekâr ve hanende Rifat Bey), Lutfiye ve Saniye adında dört torunu oldu. Mustafa Nezih Albayrak, Dede'nin kız tarafından torununun oğludur.İkinci kızı Fatma Hanım, Ahmed Dürri Bey'le evlendi; bu evlilikten hanende Şevket Bey doğdu. Tanburi Dürri Turan'la Dede'nin bir kan bağı yoktur; Dürrü Turan, Dede'nin damadının yeğeninin torunudur. Üçüncü kızı Ayşe ise on üç yaşında ölmüştür .

Dede Efendi'nin hayatında hiç şüphesiz en önemli olay, Sultan 3.Selim'in 1807'de tahttan indirilmesi ve 1808'.de öldürülmesidir. Bundan sonra IV. Mustafa'nın tahta oturması, türlü siyasi kargaşa, ''Kabakçı Mustafa İsyanı'', ''AlemdarMustafa Paşa vak'ası'', Sultan 11. Mahmud'un padişah olması, saraya Batı musıkisının yerleşmeye başlaması, eski zevk ve sanat anlayışının kalmaması gibi nedenlerle inzivaya çekildi. Zaten mûsıkî ile uğraşılacak huzur ve neşe ortamı da yoktu. işte bu yıllarda mûsıkî ve öğrencileri ile uğraşarak birbirinden güzel eserlerini bestelemeye koyuldu.

Devlet yönetimi düzene girdikten sonra, kendini hatırlayarak saraya davet eden Sultan 11. Mahmud'a musahip oldu. İkinci kez saray hizmetine giren Dede Efendi, sanat açısından en verimli yıllarını bu dönemde yaşadı (1812). Bu yıllar onun en güzel, en sanatlı bestelerini yaptığı yıllardır. Bundan kısa süre sonra da ''Müezzinbaşı'' oldu. Kendini çok takdir eden padişah, yalnız devlet adamlarına verilen bir nişanı bizzat takmış, Ahırkapı'da bir konak ''ihsan'' etmişti.

Sultan II. Mahmud'un ölümü üzerine tahta geçen Sultan Abdülmecid, babasının derin bir sevgi ve saygı ile bağlı olduğu bu değerli mûsıkîşinastan ilgisini esirgemedi; müezzinbaşılık görevini sürdürdü. Ancak Enderun değer ve önemini iyice yitirmeye başlamış adı ''Muzika-i Humayûn'' olmuş, saray teşkilatı değiştirilmiş, batılı mûsikîşinaslara rağbet artmış, padişah, operet ve opera parçaları dinler olmuş, Osmanlı Sarayı'nı Batı sazları istila etmiş, Avrupa'dan piyanolar getirtilmiş, orkestra ve bando takımları kurulmuştu. Sayılı bir kaç ustanın dışında yüzyılların geleneklerine pek aldırış eden yoktu. Abdülmecid bile, Türk mûsıkîsi'ni iyi bilmediğinden, Dede Efendi'den basit ve sanat değeri olmayan eserler istiyordu. Bütün bunlar Dede gibi bir mûsıkî ustasının katlanacağı şeyler değildi. Nitekim bu duygu ve düşüncelerin etkisi ile, öğrencisi Dellâl-zâde İsmail Efendi ile Saray'ın bahçesinde dolaşırken ''İsmail, bu oyunun tadı kaçtı'' demişti. Bu olanların etkisi ve yaşının ilerlemesi nedeni ile çoktan beri Hac'ca gitme niyetini açığa vurarak padişahtan izin aldı. ileri yaşında acele olarak Hac'ca gitmeye karar vermesi bu kırgınlığa bağlanır. Dellâl-zâde İsmail Efendi ve Mutaf-zâde Ahmed Efendi ile böylece yola çıktı. O yıl Mekke'de kolera hastalığı salgını vardı. Mekke'de bu hastalığa yakalanan Dede Efendi, Hac ''farizesi''ni yerine getirdikten sonra 29.Kasım.1845 Mina'da, Kurban Bayramı' nın birinci günü, öğrencisi Mutaf-zâde'nin kolları arasında, hayata gözlerini kapadı. Cenazesi Hazreti Hatice'nin mezarının ayakucuna defnedildi. Dede'nin ölümü İstanbul'da olduğu kadar bütün İslâm dünyasında da derin bir üzüntü yarattı. 

Kâzım Paşa'nın tarih şiiri şudur:

Hazret-i Farabi-i sâni müezzinbaşı kim

Zâtına olmuşdu ilm-i mûsıkî ihsan-ı Hak

Aşinâ-yı her makam etmişdi kalb-i nigehin

Sâye-i Molla'da lutf-ü himmet-i merdân-ı Hak

Pertev-i şems-i hakikatten kılub kesb-i kemal

Zerre-i nâçiz iken oldu meh-i tâban-ı Hak

Fehm olur bundan makam-ı kurbe âheng ettiği

Hac edüb Minâ'do oldu vâsıl-ı gufurân-ı Hak

Çor tekbirin çeküb Kâzım Dedi târihini

Kebş-i cânın kıldı İsmail Dede kurbân-ı Hak

(1O Zilhicce 1262)

Bunlardan da anlaşıldığı gibi İsmail Dede bir Kurban Bayramı'nda doğmuş, yetmiş bir yıl sonra yine bir Kurban Bayramı'nda ölmüş oluyordu. Dr .Suphi Ezgi kaynak göstermeden üç kez Hac'ca gittiğini ileri sürmüştür. Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk mûsıkîsi Antalojisi adlı eserinde Sultan 11. Mahmud'la iki kez Gelibolu'yo giderek mevlevihânede âyine katıldıklarını, Ahmed Celâlleddin Dede'nin babası Azmi Dede'den işittiğini kaydediyor .

İCRAKARLIĞI

Dede Efendi, Yenikapı Mevlevihânesi'ne devam ettiği yıllarda tekkenin neyzenlerinden, özellikle Abdülbaki Nasır Dede'den ney çalmasını öğrenmişti. Bestekârlığı ile hanendeliğinin yanında neyzenliğinin pek önemi yoktur. Gerek mensubu bulunduğu mevlevihanede, gerekse sarayda uzun yıllar sürdürdüğü hanendeliği güzel bir ses ve uslûb güzelliğini gerektirir. Dr. Suphi Ezgi, hocası Zekai Dede'den naklen sesinin ince ve cılız olduğunu ileri sürer. Sadeddin Nüzhet Ergun ise Zekai Dede'nin onun ileri yaşlarında öğrencisi olduğuna değinerek, "Lataif i Enderûn"u kaynak gösterdikten sonra sesinin güzel olduğunu belirtir. Rauf Yekta Bey, kendinden önce yaşamış olan büyük bestekarların dinî ve dindışı alandaki değerli eserleri iyi bildiğini söylüyor. Bir ömür boyunca her Pazartesi ve Perşembe günleri dergaha giderek ayin okur ve na'thanlık ederdi. Yine Rauf Yekta Bey'in değindiğine göre, o gün hangi ayin okunacaksa Itrî'nin rast makamındaki na'tini irticalen bu makamdan okurdu. Can'lar âyinin hangi makamdan okunacağını sormaya çekinirler, na'tin okunduğu makamdan ayine başlarlardı. Şu hikayede anlatılan olay bunun en güzel bir örneğidir:

"... Büyük yerlerin hepsinde teravih namazının ayin ve ilahilerle kılınması adet olduğundan, her dairenin mevcut olan imamından başka bilhassa Ramazan ayı için, Kur'an-ı Kerîm'i güzel okuyan imam ve mûsikide ihtisası olan güzel sesli beşer altışar da müezzin seçip alırlardı."

"Teravih için her akşam konakların geniş divanhanelerinde halılar ve seccade serilir. beşizli şamdanlar salonun münasip yerlerine yerleştirilirdi, Şehzade dairelerinde, sultan saraylarında, bazı büyük konaklarda harem ile selamlık arasını ayırmak için sofalara büyük kafesler çekilir, kafesin arka tarafından da hizmetçiler için yere sırmalı seccadeler serilirdi. Müezzinler, yatsı vakti olunca çifte ezan okurlar, misafirler ağır ağır kollarını sıvayarak abdest almaya başlarlardı. Müezzin efendiler, arka safta cemaatın toplanmasını beklerler saflar yavaş yavaş dolar, ilahiler ve âyinlerle namaz kılınırdı. Yatsı namazında belirli bir beste takip edilmezse de teravih namazının her dört rekatı kılındıkça, müezzinler tarafından ilahiler ve âyinler yüksek sesle okunurdu. İlk dört rekat bitince saba ve dügah veya bestenigar, ikinci dört rekatta hüzzam, üçüncü dört rekatta ekseriye ferahnak, dördüncüde mutlaka evc, beşincide de acem makamından ilahiler okumak, imamın da mihrapta okunan ilahinin bestesine uygun olarak okumaya devam etmesi şarttı. Şeyhülislam Cemaleddin Efendi, şeyhülislam bulunduğu müddetçe fetva başında ve oradan ayrıldıktan sonra da yalısında bu şekilde iftar ve teravih adetlerini devam ettirmişti."

"Meşhur Kırımlı Ahmed Kâmil Efendi'den sonra Sultan 11. Mahmud'un imamlığına tayin olunan Abdülkerim Efendi ile, o aralık Sultan Mahmud'un müezzinbaşılığında bulunan meşhur mûsiki üstadı Dede Efendi arasında kırgınlık varmış. Bir Ramazan günü Abdülkerim Efendi Padişah'a, Acemlerin saltanatınız hakkındaki ihaneti herkes tarafından bilinmekte bulunduğu halde, Dede Efendi bunu düşünerek teravih namazın da, acem makamından ilahiler okumamak ve buna karşılık şevkefzâ makamını tercih etmek lazım gelirken, kendisinin şevkefzâ makamını kullanmaya bilgisi kafi gelmemesi bu davranışına sebep olmaktadır cevabını verince, Padişah Dede Efendi'nin sanatındaki iktidar derecesini bildiği için ve ayrıca kendisi de mûsikişinas olduğu cihetle, bu hususta bir kanaatı da mevcut bulunduğundan bir gece bir imtihan yapılmasına karar verir. Fakat, bu karar Dede Efendi'ye duyurulmaz."

"Gece teravih namazı kılınırken, dördüncü dört rekattan sonra evc makamından ilahi okunduğu sırada karar gereğince, Sultan Mahmud tarafından gönderilen biri, müezzinlerin yanına giderek, Dede Efendi'ye acem makamını değil şevkefza makamını kullanmasını emrini tebliğ eder. O zamana kadar şevkefzâ makamından hiçbir ilâhi yapılmamış olduğundan ne yapacaklarını şaşıran müezzin efendiler, Dede Efendi'nin yüzüne hayretle bakarlarken, içlerinden biri Dede Efendi'nin işareti üzerine bu makamdan tekbir getirmeye başladığı gibi, imamın da Fatiha-i Şerif'i şevkefza makamında okumakta olduğunu anlamışlar Dede Efendi "Hele bir namazı kılalım da bakalım." demiş ve dört rekat teravih namazı kılınıncaya kadar şevkefzâ makamından bir ilahi bestelemiş ve selam verilir verilmez ilahiye başlayıvermiş. Arkadaşlarının hemen hepsi mûsikî ilminde birer üstad olduklarından, Dede Efendi'ye kulak vererek ağız kalabalığı ile ilâhiyi güzelce okuyup bitirmişler ve padişahın takdirlerini kazanmışlardı."

Bir söylentiye göre de Dede Efendi ile Şakir Ağa arasında bir rekabet başladığından, özellikle Şakir Ağa Sultan Mahmud döneminde, Dede'nin yeniden saraya alınmasını çekemiyordu. Mûsikî anlayışından ve parlak bir hanende olduğundan çok emin olan Şakir Ağa, bu dedikodulardan daha çok etkileniyordu. Bu durum hanendeler arasında da sık sık konuşuluyordu. Dede Efendi'nin sesinin çok parlak olmamasına rağmen, erişilmesi güç bestekârlık kabiliyeti ve okuyuş uslubu ile kendisine üstünlük sağlayacağından emindi. Bu düşüncelerin etkisi ile bir tertip düşündü. Bir fırsatını bularak padişahın huzurunda Dede'yi güç durumda bırakmayı aklına koydu. Niyeti yeni bir makam düzenleyerek gizlice eserler bestelemek ve bunları huzurda okuyarak Dede'yi utandırmaktı. Evc makamına yeni bir çeşni vererek ve yeni bir makam bulduğunu zannederek ki Meragalı Hoca Abdülkâdir bu makamı tarif etmişti bir fasıl besteledi. Bu fasıl için Zeki Mehmed Ağa'ya bir peşrev, Kemanî Ali Ağa'ya da bir saz semaisi ısmarlamıştı. Her nasılsa işin farkına varan Dede Efendi bu makamın seyir ve karakterini kavramış, kendisi de bazı eserler bestelemişti. Nihayet beklenen gün geldi. Fasla önce başlayan Dede Efendi, bu makamdan eserler okuyunca Şakir Ağa şaşırıp kaldı. Söz konusu olan makam ferahnak makamı idi. Durumu anlayan II. Mahmud'un Şakir Ağa'ya Dede ile boy ölçülemeyeceğini, onun musikîde bir "Canavar" olduğunu söylemesine, Dede'nin çok üzüldüğü söylenir.

BESTEKÂRLIĞI

Dede'nin bestekârlığı konusunda Rauf Yekta Bey'in sözlerini biraz sadeleştirerek şöyle özetleyebiliriz: "...Dede Efendi'nin eserleri uslûb açısından oldukça asil ve kibardır. Büyük bestekârımızın ustalığında her şeyden önce göze çarpan özellik, Türk Mûsikîsi'nde Itrî'lerin ve buna benzer ustaların gayreti ile yüzyıllar dan beri gelişmiş olan geleneksel biçim ve tavrın titiz bir koruyucusu olmasıdır. Bununla birlikte Dede Efendi'nin bu özelliği eserlerini, kendinden öncekilerin gösteremediği yeniliklerle süsleyerek bestelemesine engel olamamıştır. Hiç çekinmeden söyleyebiliriz ki, son yüzyılda XIX. yüzyılda yetişen Türk bestekârları içinde Dede Efendi derecesinde hem klâsik uslûba bütünü ile sadık kalmış, hem de bu uslubun kaide ve şartlarından dışarı çıkmamak kaydı ile yeni nağmeler bulmakta ve yenilikçi eser ortaya koymayı başarmış bir bestekâr daha gösterilemez. Bir de şurası dikkat çekicidir ki, Dede Efendi bazı bestekârlarımız gibi, daha çok yalnız bir tür eserin bestelenmesinde ihtisas sahibi olan ustalardan değildir."

"Bu açıdan bakılacak olursa, Dede Efendi'nin her tür mûsikî eseri bestelemekte gösterdiği olağanüstü başarıyı takdir etmemek imkânsızdır. Dinî mûsikîdeki âyinleri, ilâhileri, durakları ile Dede Efendi adı, mûsiki tarihimizde âdeta eskileri gıpta ettirecek bir yer elde etmiştir. Klasik mûsikî alanında Dede'nin bestelediği kârlar, murabbalar, nakışlar, semâiler değer ve sanat açısından eskilerin eserlerinden aşağı olmadığı gibi, bazı noktalardan eskileri bile geçmiştir. Şarkılarına gelince, o yüzyılda hayatta olan mûsikîşinaslar arasında Dede Efendi'nin şarkılarından daha parlak ve daha ustalıkla şarkı yapan bir bestekâra rastlanmadığını kesinlikle söyleyebiliriz. Özetle Dede Efendi, yaşadığı sürece Türk Mûsikisi dünyasının hiç bir rakibi olamayan zirvesiydi."

Mesud Cemil, Dede'yi şu şekilde yorumlamış: 

"... 111. Selim'in yenileşme isteklerini takip eden Tanzimat devrinin, Garp Mûsikisi ile temas eden bestekârlardan hem an'aneye bağlı, hem de yeni temayülü iyi duymuş olanların başında gelir. O zamanlar saraya yeni gelen Italyan mûsikîşinasları ile Batı'dan esen sanat esintilerine kulağını tıkamamış, bu etki ile Kâr-ı Nev ve "Yine bir gülnihal" güfteli eserleri bestelemiştir. Buna göre Dede'nin iki mühim cephesi vardır: Biri Klasik Mekteb'i kudretle devam ettiren, birisi de yeni ve Garp'ten gelen havayı zamanın şartları içinde yadırgamadan teneffüs eden Dede..." 

Ruşen Ferit Kam ise şunları söylüyor: 

"...Klâsik sanatı büyük bir kudret ve selâhiyetle devam ettirenlerin başındadır. Harikulâde bir istidal, feyizli bir ilhamın coşkunluğu ile vücûde getirmiş olduğu Mevlevi ayinlerinden ilâhiye, kâr'dan şarkıya kadar dinî ve dindışı besteleri, nevilerinin her bakımdan en güzelleri, en mükemmellerindendir. Eserlerindeki renkler, onun sanatkârlığından süzülerek klâsik bestelerimize aksetmiş olan bu renkler, Dede'nin sanat dehâsının en parlak ışıklarıdır." 

"Sultaniyegâh makamı Dede'nin tertiplediği bir makamdır. Bildiğimiz yegâh makamının sesleri arasındaki aralık orantılarını bûselik makamına göre değiştirmiş ve bu yeni ses demeti içindeki melodik seyir ve harekete, bûselik ve nihavend makamından ayrı yeni bir karakter getirmiştir. Bu makamdan bestelediği iki murabba ile ağır ve yürük semâileri, Sultan II. Mahmud'a sunmuştur."

"Eski bestekârlarımız eserlerinin sözlerini Divan Edebiyatı şairlerinin eserlerinden veya kendilerinin bu gibi şiirlerinden seçtikleri halde, Dede bu geleneğin dışına çıkarak bâzı eserlerinde halk şairlerinin, hattâ kendi söylemiş olduğu şiirleri seçmiştir. Görsem seni doyunca, Yüzündür Cihan'ı münevver eden sözleriyle başlayan ve bunlara benzeyen başka eserlerini Batı Mûsikisi'nin etkisiyle bestelemiştir. İtalyan mûsikisi ile kulaktan meşgul olan Dede, bu mûsikinin çok sesli yönü ile ilgilenmemiş olsa bile, melodi kuruluşunu, sonra bizim sengin ve yürük semâilerimizi hatırlatan üçlü ritm ve dinamizmi benimseyerek bir takım ağır vs hafif eserler bestelemiştir. Mesela, yeni kâr demek olan kâr-ı nev şekil ve ritm özellikleriyle kendinden öncekiler den ayrılır eser iki bölümdür: Birinci bölümde rast makamı, orta seslerle karar perdesinden pest tarafa uzatılmış sesler arasındaki melodik hareketlerle karakterlendirilmiş, bu bölüm iki zamanlı ritimle bestelenmiştir. İkinci bölümde yine rast makamı, tiz taraftaki sesler arasında yapılan melodik hareketlerle karakterlendirilmiş ve bu bölüm iki zamanın birleşiği olan üç zamanlı ritimlerle bestelenmiştir ki, bu da Dede'nin Batı'dan gelen üçlü ritmik dinamizmi ile ilgili anlayışlı, başarılı bir örneğidir."

Türk Musikîsi'nin yetiştirdiği en güçlü bestekârlarımızdan biri olan Dede'nin kişiliğinde mûsikîmiz en üst düzeye ulaşmıştır. Dinî ve dindışı mûsikî eserleri ile başlı başına bir "Ekol" olmuş ve kendinden sonra gelen leri tartışılmaz bir biçimde etkilemiş, daha sonra gelen bestekârlar bu etkinin sürekliliğini sağlamıştır. "Geleneksel mûsikîmize eşsiz renkteki melodik akislerle yeni bir uslûb ve kimlik kazandırmıştır. " Ritm-melodi-güfte ilişkisinde erişilmez bir üstünlüğü vardır meselâ, "Mahûr makamındaki beste'nin dörder vuruşlu ölçülere bölünmüş A ve C bölümlerini, bu dört vuruşlu usûlün birleşiği olan (12/8 birleşik ölçü anlayışı ile bestelemiştir. "

Sultanî-yegâh, neveser, saba-bûselik, hicaz-bûselik, araban-kürdî makamlarını tertip eden Dede Efendi, bir mûsikî dehası olarak ses sanatımızda derin izler bırakmış, bestekârlık yolunda her genç sanatkara öncülük ve ustalık etmiştir. Hacı Ârif Bey ayrı tutulursa, şarkı formunda Dede Efendi çapında bir başka beste kar yetişmemiştir. Yukarıdan beri anlatıldığı gibi, eserlerinin pek çoğunun bestelenişi bir nedene dayanıyor. Ferahfeza makamındaki eserlerinin bestelenişinin de ilginç bir hikâyesi vardır

" .. 1249 Hicret yılının Ramazan ayının ilk günü, 1834 Miladi sene Ocak ayının on birinci gününe rastlamıştı. Bu kış ramazanının bir gecesinde Hamamî-zade İsmail Dede ile arkadaşları, Topkapı Sarayı'nın arkasındaki Serdap Kasrı'nda (bu kasır Rumeli demiryolu yapılırken yıktırılmıştır) toplanmışlar, Padişah Sultan Mahmud'un huzurunda arazbar-bûselik faslı yapmışlardı. Fasıl bittikten sonra Sultan Mahmud, sazende ve hanendeleri şu sözlerle tebrik ve teşvik etmişti: (Bu gece pek tatlı bir vakid geçirdim kendimi âdeta Cennet'te sandım... Arazbar-Bûselik faslı şimdiye kadar bu derece parlak okunup çalınmamıştır ancak, Mevsim-i Nevrûz erişdi geldi eyyam-ı bahar sözleriyle başlayan kâr, Amcam Sultan Selim'in tahta çıktığı yılın baharında, Çağlayan Kasrı'na gittiği gün okunmak üzere bestelenmiş bir eser olduğundan böyle kış ortalarında okunması bana biraz mevsimsiz gibi geldi. Dedem Ferahfeza makamında bu kasr için kâr'ı ile beraber senden mükemmel bir fasıl isterim. Haydi göreyim seni Bayram ertesine kadar hazır olsun İnşallah yine burada dinlerim..."

"Ramazan'ın yarısı geçmişti kaybedilecek vakit yoktu. Dede bayram ertesi istenileceği şüphesiz olan ferahfeza kâr için önce bir güfte hazırladı. Bunu besteledikten sonra,"

"Ey kaşı keman tir-i müjen cânıma geçti" mısraı ile başlayan Beste'yi ,"Bir dilber-i nâdide, bir kamet-i müstesna" ve "Bu gice ben yine bülbülleri hâmuş etdim" sözleri ile başlayan ağır ve yürük semâileri besteledi. Tanburî Musahib Zeki Mehmed Ağa da güzel bir peşrev ile saz semaisi yapmış ve bestelenen bu eserler geceli gündüzlü çalışılarak hanende ve sazendelere geçilmişdi. Nihayet beklenen gece geldi. Serdap Kasrı o gece rengarenk fenerlerle, kandillerle donatılmıştı. Sultan Mahmud, yanında Damad Said Paşa olduğu halde memnun, sevinçli, heyecanlı kasra geldi. Musahib Said Efendi'nin bazı güzel fıkra ve hikâyeleri padişahı bir kat daha neşelendirdi. Nihayet adet olduğu üzre serilen ehramlar üzerinde hanende ve sazendeler yerlerini aldılar ve o gece ferahfeza faslı peşrevi ile, kar'ı ile, beste, ağır ve yürük semailer, şarkılar ve saz semaisiyle en güzel, en mükemmel şekilde çalındı, söylendi. Sultan Mahmud bundan son derece memnun olmuştu. Dede'yi yanına çağırarak göğsüne kendi eli ile Murassa İftihar Nişanı'nı taktı. Dede'ye yetişenlerden işitildiğine göre, kendisi bu nişanı törenlerde ve Akbıyık Mahallesi'nde hediye edilen konakta mûsikî meşkleri yaptığı günlerde göğsünden çıkartmazmış. Hatta Merhum Zekâi Dede, hocası Eyyubî Mehmed Bey'le ilk defa meşke gittiği gün Dede'yi bu nişanla gördüğünü anlatır ve "Göğsünde atnalı gibi mürsağ koca bir nişan olduğu halde köşeye oturup çubuk içerken gördüğüm Dede'nin hayali hiç gözümün önünden gitmez" dermiş.

Dede Efendi'den bugüne kadar uzanan, zaman zaman sönen ışıklı ve renkli sanat köprüsünü görebilir, bunları ulusal benliğimizde duyabilirsek, aşağıdaki satırlarda belirtilen gerçekleri kabul etmemiz gerekir. Eğer bir eleştiri yapmadan sırtımızı döner ve görmek istemezsek, bugün içine düştüğümüz çarpık durum ve mûsikî sanatımız adına işlenen cinayetlerle karşılaşırız. Bu nedenle şu satırları sık sık anmakta yarar vardır: "

Dede Efendi'yi, Yahya Kemal ve Tanpınar'ın yaptığı gibi, çevre ve kültüre yerleştirince daha iyi anlar ve eserlerini dinlerken onlarda hayatın gizli akislerini ve yankılarını buluruz." "mûsikîyi anlamak için onu içinde duymak ve yaratmak lâzımdır. Yahya Kemal'in "İsmail Dede'nin Kainatı" başlıklı şiiri ile Ahmed Hamdi Tanpınar'ın "Yaşadığım Gibi" adlı kitabına alınan yazı, Dede'nin duyanlara ne gibi duygular ve hayaller telkin ettiğini çok güzel gösterir. Kültür bir süreklilik ve yeniden doğuştur.

Yahya Kemal İsmail Dede'nin Kâinatı adlı ,şiirinde bu süreklilik ve yeniden doğuşu güzel bir beyitle ifade eder: 

Şeb-i lâhûtta manzûme-i ecram gibi 

Lâiz-i bişnev'le doğan debdebe-i manâyız 

Bakmasını bilirsek Mevlânâ`dan Dede Efendi'ye, Dede Efendi'den bugüne gelen o ebedî ruh ışığını görebiliriz.... Yeni nesillerin harf ve dil engelleri dolayısıyla eski Türk kültürüne girmeleri biraz güçtür fakat mimari ve mûsikînin kapıları, duyan ve düşünen herkese açıktır. Eski ile yeni arasında köprü kurmak isteyenlere Dede Efendi, büyük bir dost ve yol gösterici olabilir.

HATTATLIĞI VE ŞAİRLİĞİ

Dede Efendi'nin "Hat" sanatı ile ilgisini, Etem Ruhi Ungör'ün bir araştırmasından öğreniyoruz. İlgili araştırmaya gore Sultan III. Selim Çamlıca'da Sarıkaya civarında yaptırdığı bir sarayı annesine tahsis etmiş. Annesinin ölümünden sonra da Esma Sultan'a vermiş. İsmail Dede yazdığı bir kasideyi kendi yazısı ile hazırlayarak tezhip ettirmiş.Eserin altında "Ketebehû el-fakiyr Derviş İsmail'ul-mevlevî musahib-i Hazret-i Sultan Mahmud Hân-ı Gazi" imzasının bulunduğu bildiriliyor. Düz yazıda da başarılı olduğu Yenikapı Mevlevihanesi "Ayin Defteri"ndeki yazılarından anlaşılıyor.

Metin içinde sözünü ettiğimiz bestelerin sözleri ile saba makamındaki ayininin "Olduk yine biz secde ber-i nâr-ı muhabbet" ve III.Selâm'daki "Ey maksad-ı âşıkıyn olan Mevlânâ" ile "Men bîser-ü sâmânem" rubaileri, daha bir çok bestelerinin sözleri Dede'nin şairane tabiatından kaynaklanmıştır.

Bu büyük musikî ustamız da, kendinden önce yaşamış ve çağdaşı olan büyük bestekârlarımız gibi halk şiirinin zevkine varmış, bu şairlerimiz gibi şiirler söylemeye çalışmıştır. Bütün bunlara rağmen Dede'nin, bestekârlığı ve mûsikîşinaslığı ölçüsünde bir şair olduğu söylenemez. Bu şiirlere giydirdiği melodiler, güftelerin şiiriyetinden çok daha değerlidir. Bu şiirlerinden bir kaç örnek vermekle yetiniyoruz:

Dil bir güzele 

Meyletti hele, 

Fâş etme ele, 

Sevdim ben seni. 

Dil sevdi seni, 

Rûyünde beni, 

Ol sim gerdeni, 

Yaktın bendeni. 

Samur gibi kaş, 

On altıdır yaş, 

Gel eyleme fâş, 

Dil sevdi seni. 

Rakiyble gezme, 

Bağrımı ezme, 

Gözlerin süzme, 

Sevdim ben seni. 

*** 

Girdi gönül aşk yoluna, 

Bakmaz sağına, soluna, 

Almış âşıkı koluna, 

Âhâ gözlerin, gözlerin, 

Şirin sözlerin, sözlerin. 

Aldandı gönül fendine, 

Bağlandı zülfün bendine, 

Kul etti beni kendine, 

Âhû gözlerin, gözlerin. 

Şirin sözlerin, sözlerin. 

"Minarenin alemi 

*** 

Kara kaşın kalemi 

Sana güzel dedimse 

Yak mı dedim âlemi" 

mânisi ile Dede'nin şu şiirinin benzerliği dikkat çekicidir: 

Senin aşkın elemi,

Yakıyor hep âlemi,

Yakar isen beni yak, 

Yakma bütün âlemi. 

Aman, aman sevdiğim, 

Edâsına yandığım. 

Yar sevende derd olmaz, 

Yar sevmeyen merd olmaz, 

Yar sözümü dinlemez, 

Bundan büyük derd olmaz. 

Aman, aman sevdiğim, 

Edâsına yandığım. 

*** 

Aşık olalı sen yâre gönül, 

Yanmakta yürek, pür yâre gönül, 

Tek etme fedâ sen bu kulunu, 

Râzı oluyor âzâre gönül. 

Uslanmayacak hiç çaresi yok. 

Divâne gönül, biçâre gönül. 

Aşk âteşine yaktı özümü, 

Bilmemki nice tutmaz sözünü, 

Ağlar göricek gül ruhlarını, 

Tâciz ediyor iki gözümü. 

Uslanmayacak hiç çâresi yok; 

Divâne gönül, biçâre gönül. 

Bin türlü sitem, bin türlü melâl, 

Görmüşse dahi terbiye muhâl, 

Gerçi bilirim ettiklerini, 

Sen bakma yine ey ruhları al. 

Uslanmayacak hiç çâresi yok; 

Divâne gönül, biçâre gönül. 

ŞARKI 

Ben seni sevdim seveli kaynayıb coştum, 

Aklımı yağmaya verib fikrimi şaştım, 

Mecnûn-i sergerdan olub dağlara düştüm, 

Aklımı yağmaya verib fikrimi şaştım. 

Sor güle bülbül ne çeker hârın elinden, 

Bir dahi gül koklamayım nâdan elinden, 

Nerede mesken tutayım dilber elinden? 

Aklımı yağmaya verib fikrimi şaştım. 

Ben seni sevdim seveli döndüm deliye, 

Huyunu benzettim hele hûri, meleğe, 

Gönlümü vermiştim sana geri almaya, 

Aklımı yağmaya verib fikrimi şaştım. 

Bu söyleyişlerdeki halk şiirine yaklaşış, kullanılan Türkçe'nin sadeliği ve samimiliği Dede gibi bir musiki ustası için çok önemlidir .Uzaktan uzağa bir Mustafa Çavuş şiirinin kokusu seziliyor .Bu tür şiirlerinden başka, Divan şiiri biçiminde âşıkane ve Farsça şiirleri de vardır .

ESERLERi

A -Dini Mûsıkî Eserleri: 

Dindışı Mûsıkî eserleri ile dini Mûsıkî eserleri karşılaştırılırsa, her iki türün özelliklerini hakkiyle kavramış olduğu mistik duyuş ve heyecanı dindışı eserlerine yansıtmadığı görülür . Sadeddin Nüzhet Ergun bunlardan bir tanesi için, suzidil makamında bir bestesini dinleyen Sultan 11. Mahmud'un ilâhiye benziyor demesi üzerine aynı eseri ilâhi şeklinde yeniden bestelediğini söylüyor .73 Dede Efendi bir ömür tükettigi mevlevihânenin mistik atmosferi içinde, havayı teneffüs ede ede yetiştiğinden ve kendinden önce yaşamış olan bestekârların dini eserlerini en doğru şekilde bildiğinden bestelerinde harikalar yaratmasını bilmiştir .Dini Mûsıkîmizi Ali Nutki Dede ile Abdülbaki Nasır Dede'den öğrenmiş olması bile onun bu yoldaki sanatı hakkında yeterli kanıyı verir . 

Dede Efendi, dini Mûsıkîmizin en büyük beste formlarından biri olan Mevlevi Ayinlerinden yedi tane besteledi. Ali Nutki Dede'ye ait olduğu bilinen şevk-u tarab makamındaki âyinin Dede Efendi'ye ait oldugu hakkında kuşkular vardır Bestenigâr makamındaki âyininden söz ederken yedi âyininin olduğunu söylemesi Ali Nutki Dede'nin başka bir Mûsıkî eseri bestelememiş olması bu kuşkuyu güçlendirecek mahiyette olduğu ileri sürülüyor.Dini eserlerinin bilinenlerinin sayısı elli kadardır:

1 -Saba Ayin: ilk kez 1823 (17 Cemâziyelâhır 1239) Yenikapı Mevlevihânesi'nde okundu.

2 -Nevâ Ayin: Dede Efendi'nin bestelediği ikinci âyindir. 17 Nisan 1824 (17 Şaban 1239) tarihinde icrâ edildi.

3 -Bestenigâr Ayin: Bu âyin 1. Selâm, 3. Selâm ve ''Hezar âferin''e kadar bestelenmiş, buna saba makamındaki âyininin 2. Selâm'ı eklenmiştir .ilk kez 1832'de Yenikapı Mevlevihânesi'nde okundu.

4 -Saba-Bûselik Ayin: ilk okunuş tarihi 14 Kasım 1833'tür .Ayini 1. Selâm olarak besteleyen Dede Efendi, buna neva makamındaki âyininin 2., 3., 4. Selâm'larını eklemiştir.

H. İsmâil Dede'nin kendi el yazısı ile Hüzzam Âyin'den bir nüsha. (M. Mardakçı arşivinden)

5 -Hüzzam Ayin: Önce 1. Selâm olarak bestelenmiş, bu selâm'ın sonuna saba makamındaki âyininin diğer selâm'ları eklenmiştir .ilk okunuş tarihi 1830'dur .Daha sonra Dede Efendi bütün selâm'ları aynı makamdan besteleyerek eseri tamamlamıştır .

6 -Isfahan Ayin: ilk kez 1836'da (25 Ramazan 1252) okundu. Bir selâm olarak bestelenmiştir .Bundan sonrasında ya saba ya da dügâh âyinin 2. Selâm'ından sonrası okunurdu.

7 -Ferahfeza Ayin: Bu âyini Sultan 11. Mahmud'un istegi üzerine bestelemiştir. Dede Efendi bu eserini beğenmediğini, sipariş üzerine bestelemek zorunda kaldığından yakınırmış. Ayinin ilk icrâ tarihi 3 Nisan 1839'dur (18 Muharrem 1255).

Bu son âyinin okunacağı tarih daha önceden Padişaha haber verilmiş, o gece Yenikapı Mevlevihânesi ağzına kadar dolmuştu. Herkes heyecanla padişahı beklerken, saraydan gelen bir görevli hastalığı nedeni ile padişahın gelmesinin kuşkulu olduğunu bildirdi. Bulunanların neşesi kaçmakla birlikte semahâneye girildi.Na't okunduğu sırada padişah dergâha gelmişti. Yeniden neşelenen heyet âyini coşkun bir şekilde icra etti. Mukabele'nin sonunda 11. Mahmud Dede'yi ''Mahfil''e çağırtarak, ''-Hasta idim, gelemeyecektim... İyi etmişim...Adeta iyileştim'' gibi sözler söyleyerek ''ihsanlarda'' bulunmuştu.

Diğer dini eserlerden ilâhi, savt, durak ve tevşih'ler bestelemiştir .Yalnız savt'larının sayısı yirmiyi bulur .Özellikle ilâhileri çok sanatlıdır.Son dini eserinin, sözleri Yunus Emre'ye ait olan, hac yolculuğu sırasında bestelediği, ''Yürük değirmenler gibi dönerler'' güfteli ilâhisi olduğu ileri sürülüyor .

B -Saz Eserleri:

Bilinenleri peşrev ve saz semâisi olmak üzere üç eserden ibarettir .

C -Dindışı Eserleri: 

Kâr , kâr-ı nâtık, beste, ağır semâi, yürük semâi, şarkı, türkü, köçekçe olmak üzere beş yüzden çok eser bestelediği halde, bunlardan iki yüz seksen kadarı biliniyor .''Dede'nin rast makamında bestelediği kâr-ı nâtık elimizde bulunanların en güzellerindendir. Makamlar şunlardır: rast, rehavi, nikriz, pençgâh, mahûr,neva, uşşak, bayati, nişâburek, nihavend, nühüft, saba, dügâh, hüseyni, hisar, muhayyer, bûselik, hicaz,şehnaz, rahatülervah, bestenigâr, ırak, evc ve sonunda daha hareketli bir tempo içinde yine rast makamı. 

Eser yirmi üç makam ve bu makamların melodik özelliklerini gösterir. Bu kâr-ı nâtık başından sonuna kadar semâ denen üçlü ritimle bestelenmiş ve her makamın melodik karakteri dörder ölçülük tek cümle, bazıları sekizer ölçülük çift mûsiki desenleriyle ifâde edilmiştir.''

ÖĞRENCİLERİ

Dede Efendi'nin başlıca öğrencileri şu ünlü mûsikişinaslardır: Eyublu Mehmed Bey , Mutaf-zâde Hacı Ahmed Efendi, Yaglıkçı-zade Bursalı Ahmed Efendi, Vahib Efendi, Çilingir-zade Ahmed Aga, Halim Bey, Dellâl-zade İsmail Efendi, Hoca Zekâi Dede Efendi, Nikogos Ağa, Azmi Dede, Hâfız Hamdi Bey, Yeniköylü Hasan 

















































Tuesday, August 21, 2012

Gelinlik Tasarla










Game.Gen.Tr sizler için en güzel ve en yeni ouunları yayınlamaya devam ediyor.Her genç kızın rüyası gelinlik giymektir.Helede bu gelinliği istediği gibi tasarlamaktır.İşte size fırsat hayalinizdeki gelinliği tasarlayın ve en güzel gelinlik sizinki olsun.Herkese iyi eğlenceler.